13 mesaj
 3203
Cevapla
#1 ·
Mesajlar: 152
Kayıt: 16 Mar 2021, 22.32
Ad Soyad: Fatih Aziz Ünal
Cinsiyet: Bay
Konum: Nevşehir
Profil: Doğrulanmadı
Beğendi : 98
Beğenildi : 169
Hem uzun süredir aklıma takılan, kendime de sorduğum bir soru hem de forumun işleyiş biçimi olması hasebiyle bu soruyu forumla paylaşmak istedim.

Sanat denen olgu estetiğin bilgisi ve ürünü olarak değerlendirildiğinde -herhalde bu tanım konusunda kahir ekseriyet mutabık olacaktır- bu alan hem geçmişin bilgisini/ürünlerini hem de henüz ortaya konmamış bilgileri/ürünleri kapsayacaktır. Durum böyleyken neyin sanat olduğu neyin olmadığı ayrımı hayli bulanık ve çetrefilli bir iş haline geliyor. Nitekim duvara bantlanan muzdan tutun sprey boyayla boyanmış klozete, rastgele yere düşmüş alelade bir gözlükten tutun boş çerçeveye kadar oldukça garip objeler sanat ürünü olarak ilgi görmüştür. Benzer durumun şiirde de olduğu kanaatindeyim.

Geleneksel şiir denen ve birçok çocuğun hatta yetişkinin şiir dendiğinde zihininde canlanan ilk biçim, kafiyeli ve "manalı" sözler grubu oluyor ki bu gruplar çoğunlukla dörtlük kabul edilir. Ancak edebiyat tarihinde hor görülen akımlar ya da biçimler zamanla kendine yer edinmiş ve kabul görür hale gelmiştir. Osmanlı döneminde divan şiiri halk şiirine göre daha muteber kabul edilmiş, hatta halk şairleri arasında divan şiirine imrenenler ya da bundan etkilenenler varken divan şiiri daha içe kapalı bir yapı ortaya koymuş ve genelde halk şiirine pek meyletmemiştir. Fakat tarihsel süreç içinde divan şiiri geleneği giderek daha az ilgi görmüş ve halk şiiri ekolünün baskın olduğu bir geçiş dönemine girilmiştir(elbette italyan, fransız, ingiliz şiirinden de etkilenilmiştir). Dil sadeleşme sürecine girmiştir. Öyle ki Halit Ziya Uşaklıgil kendi romanlarını sadeleştirmek durumda dahi kalmıştır.

Cumhuriyetle birlikte kelimelerde Osmanlıcaya dair emareler giderek azalmış ve yerini bugün de kullandığımız kelimelere bırakmış, aruz ölçüsü neredeyse terk edilerek hece ölçüsü tercih edilmiştir. Dil zenginliğini mi kaybetmiştir yoksa anlaşılır mı olmuştur bu tartışmaya girmiyorum. Şairler cumhuriyetin bu ilk döneminde dörtlük, beyit temelli genelde kafiyeli ve hece ölçüsüyle şiirler yazmış ve maharetlerini böyle icra etmişlerdir. Ancak kafiyeli ve ölçülü şiirler yazılırken diğer yandan serbest şiir ekolü yükselişe geçmiş ve Garip'le birlikte artık inkar edilemez bir yere sahip olmuştur. Elbette Garipçilerin de gelenekten tam anlamıyla kopamadıkları söylenebilir, yine de Türk şiirinin bariz bir üslup ayrımına geldiği aşikardır. Aynı dönemde Garip akımı dönemin bazı "eskileri" tarafından sert bir dille eleştirilmiştir. Fakat İkinci Yeni ile birlikte hece ve kafiye ikinci plana gerilemiş, neticede dönemin şiir diline metaforlar, alegoriler ve anlam oyunlarıyla bezenmiş bir dil hakim olmuştur. Ardından modernizmin getirdiği yoğun miktarda telmih içeren bir dil şiire girmiştir. Zaten post-modernizmle birlikte her şey alt üst olmuş ve şiirin ne olduğu, daha genelde sanatın ne olduğu tartışmalı hale gelmiştir. Çünkü artık her şey, her an sanat kabul edilebilmektedir.

Gayem tarihçe yazmak değil elbette. Esas nokta, dönemine göre marjinal görülen, ağır eleştirilere maruz kalan akımlar zamanla kabul edilmekte hatta ana akım halini almakta. Dolayısıyla kendime ve elbette sizlere şu soruyu sormaktan kendimi alamıyorum: Biz neyi değerlendiriyoruz, neyi yorumluyoruz ki? Birileri o şiiri beğenip ona mana atfettiği anda, öncesinde ne kadar eleştirilirse eleştirilsin, artık sanat eseridir. Hatta "başarılı" bir sanat eseridir. Dil bir iletişim vasıtası ve canlı olduğuna göre önemli olan tek şey onu kullananlardır. Yoksa ne lugatın ne de imlanın değeri vardır. Kahir ekseriyetin bir yanlışı doğru kabul etmesi, dil bakımından, o yanlışı doğru yapar. Zira, "galat-ı meşhur lugat-ı fasihten evladır"

Not: Tarihsel süreç içinde yanlışlarım varsa lütfen düzeltmekten geri durmayın.
Beldemize daha yakın olmak ve daha gelişmiş bir tecrübe için uygulamamızı kurun; herhangi bir uygulamadan çok daha hafif ve güvenli. Şimdi değilYükle
Kullanıcı avatarı
#2 ·
Mesajlar: 1734
Kayıt: 11 Haz 2020, 16.22
Ad Soyad: Halil ESEN
Cinsiyet: Bay
Konum: Bursa
Profil: Doğrulandı
X (namıdiğer Twitter): halilsncom
Beğendi : 816
Beğenildi : 776
Evvela her şey gibi şiirin de zamanla değişmesi ve mevcuda ayak uydurması tabiidir. Lakin birilerinin çıkıp eskiye ait her şeyi reddedip tüm tecrübeyi iterek kendi gerçeklerini empoze etmeğe çalışması bence doğru değildir. Bunu mimari yahut astronomi gibi ilimlerden ziyade en büyük zararını yazının dolayısı ile tarihin anlaşılamaması, öğrenilmemesi ve bunun neticesinde hafızası silinmiş bir milletin ortaya çıkmasına sebep olarak görürüz. Bahsettiğiniz eski kelimelerin yerine yeni kelimelerin gelmesi tabii değil, bizzat dönemin zorla yapılmıştır.

Umumun yanlışının doğru sayıldığı fikrine katılmıyorum. Mesela baktığımız zaman korsanlığın çok çok yaygın olduğunu görürsünüz. Bu yanlıştır. Kanunen de, dinen de, vicdanen de yanlıştır. Şimdi bu hırsızlığı doğru mu kabul etmeliyiz. Şahsen güç elimde olsa sanatçının hakkını söke söke alırdım. Bu yanlışlara zinayı, yalanı, gıybeti, adaletsizliği, kandırmayı, rüşveti, torpili ve sair suçları ekleyebilirsiniz. Elbette siz meseleyi buralara tırmandırmıyorsunuz. Mesela özür dilemek gibi; özür dilenmez. Af dilenir. Dahası bazı kelimelerden (birinci paragrafta bahsettiğim üzere bunlar tepeden inmedir) bahsediyorsunuz.

Bir sanat eserini eleştirmek, yorumlamak, tenkit etmek veya tebrik etmek onun kıymetini azaltır mı, arttırır mı yoksa fark etmez mi? Burada sanat eserinin, ki bu şiirdir, kıymeti onun üzerine düşüldüğü, konuşulduğu zaman artmaz mı? İyiyse hep iyidir. Bunlar olmasa sanatçının hiç şiir yazmaması veya onları çelik bir sandıktan ömrü boyunca saklayıp son demlerinde de onları yakması icap etmez mi? Hem burada bir avuç insanın eleştirilerinden korkanlar şiirlerini kitaplaştırsa dahi insanlar onları eleştirmeyecek mi ki bu bence daha büyük bir hezeyana sebep olabilir. Mesela bir şiir kitabını blogumda ve sosyal medya hesaplarımda sert bir şekilde eleştirmeme kim engel olabilir? Aynısı benim kitabım için de yapılabilir.

Öte yandan bence estetik ile sanat eseri birbirine karıştırılıyor. Sanat eseri estetiktir, fakat her estetik olan sanat eseri midir? Estetik her zaman şahsi midir? Bunlar da ayrı bir tartışma konusu.

Başta da söylediğim gibi muhteva, ahenk, gramer, üslup bunlar kimseden kimseye değişse de bir araya gelince herkes için iyi bir şiirin ortaya çıkmasını sağlayabilir. Ahmet Haşim ile Cahit Sıktı bir mi? Fuzuli ile Mehmet Akif, Yahya Kemal ile Ahmet Muhip... Bunlar birbirilerinde çok farklı olsa da günümüzde üstad dediğimiz şairlerdendir. Elbette bunların her şiirinin kusursuz olduğunu ve eleştirilmeyeceğini söylemiyorum. Lakin bir iki şiirler meşhur olmuş kimseler değiller.

Eğer hiçbir şiir eleştirilmeyecek ve her biri "sanatçının" şaheseri kabul edilecekse, desenize eline kalem alan her insan büyük bir sanatçıdır. Sanatın bu kadar adi olması onun kıymetini ayaklar altına almaz mı? Eğer şiir gönüldekileri boşaltmak ise bunu eline kalem alan herkes yapabilir ve herkes sanatçıdır.

Eğer şiir o kadar basit olsaydı biz şimdi dokuz on asır önce yaşamış Yunus Emre'den bahsetmiyor olurduk. O ne büyük şairdir ki on asır sonra dahi şiirlerinin okunacağına ve adından bahsedileceğine şüphe yok.

Aklıma Peyami Safa Bey'in şiir ile alakalı yazdığı bir makalesi geldi. Şiirin de doktorluk gibi yüksek çalışmalara, sayısız etütlere ihtiyaç duyduğundan bahsediyordu. Bir çocuk beyin ameliyatı yapacağını söylese güler geçersiniz, ısrar eserse bunun için yüksek tahsil görmesini tavsiye edersiniz, fakat aynı çocuk şiir yazacağını söylese bunu pek tabii bulursunuz ve teşvik edersiniz. Çünkü biz de o çocuk gibi şiir yazmanın yüksek tahsile, sayısız etüte ihtiyaç duyduğunu bilmiyoruz, diyordu.

Yazısını şöyle bitiyordu: O çocuğun eline kalem yerine neşter verseydik insanlığa daha az zararı dokunurdu.
#3 ·
Mesajlar: 152
Kayıt: 16 Mar 2021, 22.32
Ad Soyad: Fatih Aziz Ünal
Cinsiyet: Bay
Konum: Nevşehir
Profil: Doğrulanmadı
Beğendi : 98
Beğenildi : 169
Bence bazı durumlarda sadece netice önem arz eder; sebepler ise yalnızca tarih ilmini ilgilendirir. Dilin değişimi de bu durumlardan biridir. Nitekim son kısımda belirttiğim söz benim olmadığı gibi şahsi fikrimi de her yönüyle yansıtmamakta. Ancak kanaatimce, kabul edilmesi gereken mevzu sözün gerçekliğidir. Bir çocuk neden masaya masa der? Çünkü herkes o nesneye masa diyordur. Mesele bu kadar basittir. Eğer doğru bilinen itibar görmüyorsa direnmek faydasızdır. Elbette "doğrusu budur" diyerek şahsi kullanımda o yanlışlara yer verilmeyebilir fakat nihayetinde sizin doğrunuz yalnış içinde kaybolup gider. Bence böylesi değişimler yalnız devlet baskısıyla olacak şeyler değil. Toplum bunu kabul ettiği ve sindirdiği müddetçe değişim mümkündür. Yasakçı yaklaşımla sadece çatışma doğar. Bu dönemde kullandığımız bazı kelimelerin mazisi eskiyken bazılarınınki gayet tazedir. Fakat eski dediğimiz kelimeler de bir zamanlar Türkçeye dahil değildi ve bazı kesimler Arapça, Farsça kökenli kelimelerin Türkçeye dahil olmasını eleştirmişti. Neden? Çünkü gelenekleşmiş bir sanat dili vardı.

Bu arada not düşmek isterim. İlk mesajda bahsettiğim sanata dair daha ziyade felsefeye ilişkin bir yaklaşımdı. Sanat estetiğin bilgisi ve ürünü derken, tanım olarak, sanat estetiktir demedim aslında. Fakat sanat, içeriği itibariyle, her halükarda estetiktir ve onun ürünüdür; ama her estetik şey sanat olmadığı gibi sanat estetik de değildir. Tabi konu "sanat nedir?" değil. Bir yönüyle bağlantılı olduğu için eklemek istedim.

Geleneksel dil her zaman mevcuttur. Gelenek değişime kapalıdır. Gelenek için geçerli tek değişim kendi kurallarına göre olandır. Ancak öyle bir değişim aslında hakiki manada bir değişim değil ancak yama olabilir.
Tarih pratiklerine baktığımda bu neticeleri çıkardım. Elbette her yeni iyi değildir. Fakat dar bir kesim tarafından iyi görülmeyen değişim, geniş kesimler tarafından kabul görmüşse artık iyi-kötü tartışması beyhudedir.

Eleştiriden korkup korkmamaktan ziyade mevzu eleştirinin anlam ifade edip etmemesidir. Her eline kalem alan elbette sanatçı değildir, ama "henüz" sanatçı değildir. Bu durumu "adi" olarak nitelendirmek bence tamamen sizin sübjektif yargılarınızın neticesi. Çünkü şahsi estetik yargıları bir kenara bıraktığımızda yıldızlı geceler tablosu ile yalnızca onun boş çerçevesi arasında, ilgi gördüğü müddetçe hiçbir fark yoktur. Şayet ilgiye göre değil de sanatın konusu olan estetiğe göre sanatı tanımlayacak olursak paramparça olmuş bir sanatla karşılaşırız. Yani bence kimsenin bu ürün ilgi görmüyor fakat sanat budur deme lüksü yoktur. Mevzu bahis sanat ürünü müthiş bir potansiyele sahip olabilir fakat henüz rüştünü ispat etmemiştir. Dolayısıyla o ürünü sanat eseri olarak nitelendirmek imkansızdır. Zira elimizde referans noktası yoktur. Nitekim Oğuz Atay kendi döneminde neredeyse hiç umursanmamış hatta Tutunamayanlar romanının bir nüshasını şahsen gönderdiği Yusuf Atılgan bile romanını değerlendirip kendisine dönüş yapmamıştır. Ancak her ne hikmetse daha sonraki beyanlarında romanı etkileyici bulduğunu söylemiştir. O dönemde roman yayımevi bulamazken şimdi baskı üstüne baskı yapmaktadır. Döneminde romana dair eleştiri yazılmaya tenezzül dahi edilmemişken şimdi Türk romancılığının yetkin post-modern örneği olarak görülüyor. Bir eserin "şaheser" bir sanatçının "üstad" olması tam da bununla ilgilidir: itibar görmek.

Az önce değindiğim sebeplerden yola çıkarak, mecaz anlamıyla kulanacak olursam, sizin de örnek gösteriğiniz gibi gerçekten yanıp gitmiş eserler, tarihin sessizliğine karışmış sanatçılar olması kuvvetle muhtemel. Peki onları bugün bildiğimiz sanatçılardan, konu özelinde şairlerden farklı kılan ne? Daha başarısız veya kabiliyetsiz olmaları mı? Tembel olmaları mı? Gördüğüm kadarıyla söyleyebilirim ki sanatın her dalında kabiliyetli ve gayretli olduğunuz kadar talihli de olmalısınız. Talihsizliğe Van Gogh ve Oğuz Atay, talihliliğe ise Picasso ve Attila İlhan örnek verilebilir. Şimdi hepsini aynı grupta değerlendiriyoruz "önemli sanatçılar"; ancak talihsizler başarısız oldukları düşüncesiyle öldüler. Onlar dönemlerinin başarısız sanatçılarıydı.

Yani demem o ki benim gördüğüm kadarıyla sanatı sanat yapan yegane şey, gördüğü itibar. Bu durum insanların birbirini değerlendirmesine, eleştirmesine engel değil. Fakat bu değerlendirmeler herhangi bir okurun değerlendirmesinden farksızdır. Ürün ister aykırı olsun ister olağan; şu an ister beğenilsin ister beğenilmesin; zamanla her şey sanat dairesine girebilir. Hatta biraz daha cüretkar davranacak olursam aslında "vasat" denebilecek sanatçılar diğer "kabiliyetli" sanatçılardan çok daha fazla ilgi ve itibar görebilir; bu durum onların sanatçılıklarına gölge düşürmez. Bu söylediğim bana da garip geliyor fakat önce de vurguladığım gibi, biraz talih.
#4 ·
Mesajlar: 96
Kayıt: 04 Ara 2020, 22.53
Ad Soyad: Vesair Vesaire
Cinsiyet: Bay
Konum: Vesaire
Profil: Doğrulanmadı
Beğendi : 98
Beğenildi : 74
Bu aslında meseleye hangi zaviyeden baktığımıza göre değişir. Post-modern zaviyeden her şey sanattır. Fakat post-modernite zaten bu hüviyetini yıkmaktan alıyor. Mevcudu yıkmak ve "tek"lerin her birinin öne çıkarılması gayesinde. Modernite tenkidi olarak faydalı tarafları olduğunu kabul etmekle beraber ikame ettiği şeyi vahim olarak görmekteyim. Her şey ve haddizatında hiçbir şey demek olan bu telakkiyi doğru göremiyorum.

Ekseriyetin kabulünün de hakikate tekabül ettiği fikrine katılamıyorum. Bugün ekseriyet çıkıp "güzel" kelimesi yerine "çirkin"; "çirkin" kelimesi yerine "güzel" kullanıyoruz dese ben bunu doğru mu kabul etmek mecburiyetindeyim ? Galatın evla olması biraz da muhatablar ile alakalı. Siz Necip Fazıl'a "şu kişinin terfisi olmuş" derseniz "terfisi değil terfii olacak" der. Bizzat bu kelimeyi düzelttiği kendisine ait bir vidyo kaydı bulunduğundan bu misali veriyorum.

Kelimelerin kabulünde devlet baskısına gelince, evet devlet eliyle bu gayet mümkündür ve ülkemizde yaşanmıştır. Tedrisatı ilkokuldan itibaren yeni kelimelerle verirseniz o kişiler otomatik olarak bu kelimeleri alırlar. Zira çocukların bunu muhakeme edecek müktesebatı yok. Yetişkinler ise tepeden inme "şu kelimenin yerine şu kullanılacak" emrinden sonra ses çıkarma hürriyetine sahip değiller. Bir miting sonrası nereden peyda ettiği belirsiz uydurma kelimeler valilik aracılığıyle "artık bu kelimeler kullanılacak" beyanı ile dayatılıyorsa orada baskı vardır demektir. Kaldı ki o zamanlar ülkemizdeki "eğitim" seviyesi göz önünde bulundurulduğunda itiraz edebilecek kişi yoktur. Yakup Kadri ki kendisi bu işlerin başkanlığını yapardı, Paşa tarafından kendisine şu kelime yerine şu olacak, kelime sonlarına şu gelecek dendiğinde mecburen kabul ediyordu. Bunları da kendisi anlatıyor başkası değil. Ülkenin münevverleri baskı altındayken temel gıda sıkıntısı çeken halktan aksülamel beklemek beyhudedir kanaatindeyim. Şimdilik bu kadar yazmakla iktifa ediyorum.
Kullanıcı avatarı
#5 ·
Mesajlar: 1734
Kayıt: 11 Haz 2020, 16.22
Ad Soyad: Halil ESEN
Cinsiyet: Bay
Konum: Bursa
Profil: Doğrulandı
X (namıdiğer Twitter): halilsncom
Beğendi : 816
Beğenildi : 776
Son bahisten devam etmek istiyorum; devlet isterse her şey mümkün. HER ŞEY. Abartmıyorum ve ben buna inanıyorum. Dahası devleti sadece baskıcı olarak görmek yanlış, doğru bu büyük bir şey ve devlet bunu yapacaksın dediğinde hiç kimse karşı çıkamaz. Fakat devlet sevgiyle de, ikna ederek de birçok şeyleri yaptırabilir. Önceki mesajda ifade edildiği üzere birçok kelime kovulup yenileri hudutsuzca kabul edilirken Peyami Safa Bey gibi birçok münevverin gazetelerde yakarışları olmuştur. Hepsi beyhude. Hayır beyhude değil, onların fikirleri bizlere aksetti. Bizim düşünerek daha iyi tahliller yapmamıza vesile oldu. Gerçekten de söz uçar yazı kalır. Lakin bu uydurulan yeni kelimeler bu sözü saf dışı bırakmaktadır. Çünkü bir, birkaç nesil, dedelerinin 100 sene önce defterine yazdıklarını okuyamıyor. Okusa bile kendisine öğretilmeyen kelimelerden bir şey anlamıyor. Bu arada bunun diğer Türk devletleri arasında sadece bizde olduğunu da unutmamak lazımdır.

Geleneğin (örf) değişmez olduğu fikrine katılmıyorum ki bununla alakalı çok güzel bir misal vermek hususunda ilham verdiniz. Gelenek bir program gibidir. Kendini güncellemelerle çağa adapte eder. Sadece yazı ile alakalı değil, hayatta da böyledir. Belki bin yıldan gelenler olduğu gibi daha dün kabul edilmiş örfler bulmak mümkündür. Bu programın yazılımını silerseniz ortada hiçbir şey kalmaz. Lakin onu devamlı güncellerseniz hem virüslere karşı kendisini korur hem hayatın gerçeklerine karşı vaziyetini koruyarak yaşamağa devam eder. Bunu muhafazakarlık ile de düşünebiliriz ki aslında bahsedilen bu gibi. Kendi kıymetlerini koruyarak ki bu tecrübedir, daima geleceğe...

Eğer imkanım olsaydı şiir kitabım için internette müthiş bir reklam kampanyası düzenler, fenomenlere, YouTuberlara ve sair yayımcılara tanıtım yaptırır, belki en az yarım milyon satmasını sağlardım. Herkes şiirlerimi konuşur, ezberlerdi. Fakat belki bu şiirler pek vasıfsız, içi boş, ne anlattığını bilmeyen, sadece yazılmak için yazılmış, öylesine karalanmış, çocukça bir hevesi barındıran şiirler de olabilirdi. Şimdi bunlar sanat mıdır? Günümüzde itibar parayla kolaylıkla sağlanabilir.

Mesela "Sen 17 yaşımsın" gibi bir kitap vardı. Bu kitabı sanat eseri olarak görebilir miyiz? Toplamı bilmiyorum ama sadece Kitapyurdu'nda 21 Bin küsur satmış. Mesela Peyami Safa Bey'in Fatih Harbiye'sinden fazla sattığını varsayalım. (Gerçekte sayı nedir bilmiyorum.) Birinci kitap daha mı kıymetlidir? Ben itibarın parayla ve torpille, adam kayırmayla sağlandığı bir yerde sanatı bunlarla ölçmek konusuna katılmıyorum. Bu bir nevi geçmişte de böyledir. Mesela devletimizin Garp yanlısı zamanlarından "solcu" olarak vasıflandırılan sanatçıların daha ön plana çıkarıldığını düşünmek hususunda yanlış değilim zannediyorum. "sağcı" olarak vasıflandırılanların kendi tırnaklarıyla zirveye çıktığını görüyoruz. (sağcı - solcu tabirlerini hiç sevmem, sadece misal göstermek için yazdım.) Çok daha önceki sanatçıları ise zamanın imkanları arasında kaybetmek elim bir şekilde tabii gözüküyor. Keşke sadece efsanelerde kalmasaydılar.

Belki bir sanat eseri benim veya sizin tarafınızdan eleştirilmeği hak etmiyor olabilir. Fakat bu hususta bizi tutan nedir? Herkes kendi fikrini beyan eder, diğerlerini okur, daha çok fikir elde eder, sanat için düşünür, düşünür...

Siz bu başlığı açmadan evvel sanat eserine yorum yapılamayacağı kanaatinde gibiydim. Çünkü sevdiğim bir sanatçı bununla alakalı bir şey söylemişti. Lakin sizin vasıtanız ile "yazarken düşündüm" de neden yorumlanamazsın, eleştirilemesin ki. Biri ahlak dışı şeylerden bahsediyorsa veya benim kıymetlerime saldırıyorsa, belki sanatı, şiiri küçük düşürüyorsa ben neden susayım. Neden fikrimi beyan edip onun hakkında kendi fikir eserimi ortaya koymayayım.
#6 ·
Mesajlar: 152
Kayıt: 16 Mar 2021, 22.32
Ad Soyad: Fatih Aziz Ünal
Cinsiyet: Bay
Konum: Nevşehir
Profil: Doğrulanmadı
Beğendi : 98
Beğenildi : 169
Herkesin şahsi kanaatleri olabilir bu gayet tabiidir. Ayrıca belirtmek gerekir ki hiçbir fikir bütünüyle ölmez. Dolayısıyla şu anda azınlıkta olan fikirler muhtelif suretlerde sonraki dönemlere aktarılır. Ancak vurgulamak istediğim nokta bu çabaya pek de mana yüklememek, hedef konan emelleri yüceltip hayal kırıklığına uğramamak gerektiğidir. Böyle bir hayal kırıklığının mevzu dahi olmadığı söylenebilir, doğrudur. Ancak herkes ehemmiyet gösterdiğinin itibar görmesini ister. Dolayısıyla gizli de olsa hayal kırıklığının kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum. Diğer yandan sanatın ayırt edilmesi hususunda saptadığınız nirengi noktasının şahsi yargılara sonuna kadar açık çok değişkenli bir alana sebebiyet verdiğini tekrar vurgulamak isterim. Elbette, böyle olması tercih ediliyor olabilir ancak benim aradığım daha ziyade sabit bir tasnif kıstasıydı. Dolayısıyla ilgili çözümü pek faydalı bulmadım. Yoksa "Bugün kalktım/ Sonra çay içtim/ Akşamdan kalmayım" gibi cümleleri şiir olarak addetmeye dilim varmasa da mevcudu idrak edip, gerçekliğe göz yummamak gerektiği kanaatindeyim, bu gerçek ne kadar acı olsa da.

Esasa dönecek olursam, bilinmeyen bir geleceğe nasıl faydalı olunur? İnsan bilmediği bir şeyi esas alarak nasıl bu denli emin neticelere ulaşabilir? Yanlış anlaşılmasın ben bunları yazarken herhangi bir cepheyi müdafa etmeye çalışmıyorum fakat, kendi fikirlerim dahil, her fikre zıt fikir üretilmezse nasıl doğruya yaklaşılır? Devam edecek olursam, insan her halükarda fikrini beyan edecektir. Aksi, fıtratına aykırıdır. İnsanlar beyhude olan şeyleri yapmaktan geri durmamaktadır. Dolayısıyla gayretin bu karanlık yönünü bilmek insanı yapmak istediklerinden geri tutmayacaktır.

Bu mevzuları düşünürken aslında her ideolojinin, akımın, fikrin, sistemin arkasında uzanan ancak ekseriyetle "sol"la anılan Nazım Hikme'te ait dizeler aklıma gelir: "Ben yanmasam/ Sen yanmasan/ Biz yanmasak/ Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa" Bu sözler umut doludur, güç verir. Zaten ekseriyetle bu amaç için dillendirilir. Ancak yananlar yanmıştır, o karanlık hiçbir zaman aydınlığa çıkmamıştır. Belki, en iyi ihtimalle kapı aralığından bir ışık huzmesi girmiştir içeri fakat hiçbir zaman aydınlanmamıştır o karanlık. İnsan bazen neticesi olmayacağını bilse de yanar. Dediğim gibi fıtratında var. Lakin, tarih birileri yandığı için değil vakti geldiği için değişmiştir. Talihsiz dönemlerde yaşayıp vakitsiz yananlar sadece küllere karışmıştır. Evet, kendilerinden sonraki nesilleri etkilemişlerdir ancak bu, değişimin sebebi değildir. Bazen şartlar öyle gelişir ki değişim kaçınılmaz hale gelir. Lakin bu dünyanın kuralları vardır; birileri, bir şeyler vesile olmalıdır. Zaten öyle olmuştur.

Galiba zımnen de olsa determinist ve indeterminist iki nazariyeye ulaştık. Şöyle de değerlendirilebilir: biz hangi konuda hakiki manada irade sahibiyiz? İşte tam bu noktada daha ileri gitmek istemem. Başlığın kapsamını da aşar muhtemelen. O yüzden kalan kısmı sizlere bırakıyorum. Bu mevzu hep tartışmalı kalacak gibi duruyor. Diğer yandan zaman kimseye sormadan geçip gidiyor.
Kullanıcı avatarı
#7 ·
Mesajlar: 5
Kayıt: 26 Tem 2020, 22.22
Ad Soyad: Nida Canavar
Cinsiyet: Bayan
Konum: İSTANBUL
Profil: Doğrulanmadı
X (namıdiğer Twitter): obeldeweb
Beğendi : 1
İlk olarak Halil Bey, devlet isterse her şey mümkündür demeniz çok yanlış çünkü devlet dediğimiz kavram bizim ülkemizde parça halindedir. Güçler ayrılığı diye bir şey vardır: Yargıtay, Danıştay, Sayıştay. Her bir konu teker teker onaylanması lazım yani devlet bir şey isteyince hop diye olmuyor hele ki bu kadar birbirinden ayrı düşünce tarzlarına sahip olan partiler varken olmaz.

İkinci konu ise: sizin 'Sen On Yedi Yaşımsın' kitabını eleştirmeniz. Bu kitap benim için bir sanat eseridir. Sizin bu kitaba böyle düşünceler içermeniz bu kitabı okumadığınızı gösterir halbuki ben bu kitabı da sizin şiirlerinizi de daha önceden okudum ve emin olun sizin şiirlerinizden daha fazla sanatsal bir içerik hissettim.

Lütfen sizi kırıyorsam özür dilerim sizle daha önceden de birkaç konu hakkında tartıştık ayrıca 'Ayasofya' şiirinin sahibiyim sizin sitenizde yayınlanmıştı.
Tabii şu konu da haklısınız bir kitabın değeri ne kadar satıldığıyla ölçülemez ama şu bir gerçek ki çağa ayak uydurmamız gerekiyor. Fark ediyorum ki Peyami Safa hayranısınız, onun yolundan gidiyorsunuz çünkü hep onun sözlerini ve düşüncelerini bize sunuyorsunuz. Aylar önceki tartışmalarımızın birinde, zaten beni 'Vildan' karakterine benzetmiştiniz. Benim düşüncem bu zamandaki kitaplara kendinizi kapatmayın lütfen. Nurullah Genç, Abdurrahman Dilipak gibi çok güzel yazarlarımız var bu çağda illaki Peyami Safa da takılı kalmayın.

Sorumuza gelirsek, "Şiiri Eleştirmek Mümkün Müdür?"
Tabii ki mümkündür isterse asırlar öncesinde yaşayan bir şair olsun. Şiir bunun için vardır. Şiir bir tohumsa; eleştiri onun suyudur. Eleştirdikçe anlam kazanır, farklı bakış açılarıyla bakınmasını sağlar. Benim için şiir yazıldıktan sonra kendinizden çıkar. Okuyan kişinin olur artık. O ne anlasa şiirden, o şiir onun için odur.
Yine Halil Bey bir cümlenizde 'Belki sanat eseri sizin veya benim tarafından hak etmiyor olabilir.' demişsiniz. Bu cümleden gitmek istiyorum. Benim için sanat eleştirilir. Eleştirmezsen sanat neye yarar. Başkalarıyla o şiiri veya resmi tartışmazsan sanatı nasıl anlayabilirsin ki. Önemli olan kişinin eleştirisine saygı duymaktır.

Şunu da eklemek istiyorum eğer ortaya geçmişten değil de farklı, yeni bir şeyler yaratırsanız kalıcı olursunuz.
#8 ·
Mesajlar: 152
Kayıt: 16 Mar 2021, 22.32
Ad Soyad: Fatih Aziz Ünal
Cinsiyet: Bay
Konum: Nevşehir
Profil: Doğrulanmadı
Beğendi : 98
Beğenildi : 169
ndcnvr yazdı: 08 May 2021, 22.07 Güçler ayrılığı diye bir şey vardır: Yargıtay, Danıştay, Sayıştay.
Eleştirinizi haşin bir üslupla yapmışsınız ancak bir başkası sizi bozmadan evvel cevabınızdaki fahiş hatayı düzeltmek isterim. Güçler ayrılığı ilkesindeki üç unsur: Yasama, Yürütme ve Yargıdır. Sizin bahsettiğiniz kurumlar yargı unsuru bünyesindeki yüksek makhemelerdir ki sayıştayın yüksek mahkeme olup olmadığı tartışmalıdır.
Kullanıcı avatarı
#9 ·
Mesajlar: 1734
Kayıt: 11 Haz 2020, 16.22
Ad Soyad: Halil ESEN
Cinsiyet: Bay
Konum: Bursa
Profil: Doğrulandı
X (namıdiğer Twitter): halilsncom
Beğendi : 816
Beğenildi : 776
Şimdi devlet sigara içmenin ve satmanın, üretmenin yasak olduğu bir kanun çıkarsa ve buna uymayanlara 15 sene hapis cezası verse. Devletin tüm organları bu kanuna göre hareket eder. Tüm sigaralar toplatılsa, sıkı bir takip yapılsa bu ülkede o zehrin dumanına hiç rastlamayız. Devletin isteyip de yapamayacağı bir şey düşünemiyorum. İyi bir eğitim ve sıkı takiplerle her şey mümkün gözüküyor bana. Eğer aksi mevcutsa lütfen açıklayın.

Aklıma geldiği için yazıyorum, hiçbir partiyi savunmam ve partizanlık yapmam, mesela başörtüsü ile kamuda çalışmak, okula gitmek yasaktı. Devlet yasaktır dedi ve hiç kimse karşı koyamadı. Herkes -herkes- bu kanuna uydu. Daha sonra devlet dedi ki, hayır başörtü serbesttir. Serbest oldu. Bu sadece basit bir misal. Daha evveline bakarsanız çok daha sertlerini görebilirsiniz... karşı çıkanların idam edildiği.

Eğer bir şeyler oraya koymak babında konuşursak da uzaya, aya yolculuk yapan ABD ve Sovyet Rusya devletlerine bakabiliriz. Diğer yandan ABD'de ciddi sayıda evsiz insanlar varken Avrupa'da evsiz insan belki yok denecek kadar azdır, çünkü devletin politikası o yöndedir.

Buna gerçekten inanıyorum: Devlet isterse her şey mümkün.

Her insanın kendisine belli bir sahada idolü olabilir. Benim edebiyat sahasında idolüm Peyami Safa Bey'dir ki bazen fikirlerim onunla çekişir. Sadece ona bağlı olarak kalmam. Bu konuda geniş bir şekilde baktığımı belirtmek isterim. Misal vermek gerekirse Yakup Kadri'nin fikri düşüncesi ve her cümlesine sirayet eden ideolojisinin hep farkındayımdır, belki bana göre o "düşman"dır. Lakin bu benim Yakup Kadri'yi usta bir romancı, büyük bir edebiyatçı olarak görmeme mani değildir.

Esasında ben de şiirin, daha doğrusu sanat eserinin eleştirilmesini savunmaktayım. Mesela bakın bir eser size göre fevkalade iken benim nazarımda değildir. Belki misal verdiğim diğer kitap da sizin için benim diğerini gördüğüm kadardır. Lakin bu o eserin üzerine yapılacak geniş eleştiri ve münakaşalarla belli olur.

Sanat eseri bana göre hiç kimseye ait değildir, onun kendi hüviyeti vardır. Burada beşeri eserlerden bahsediyorum.

Ben herkeste mevcut olan bir yüreğe sahibim ve olması gerektiği gibi eleştiriler karşısında kabul, savunma ve anlama ile durabilirim. Yani merak etmeyin ben eleştirilerden gücenmem. Lakin sizinle benim "sanatsal içerik"ten anladığımız farklı zannederim.
ndcnvr yazdı: 08 May 2021, 22.07...ayrıca 'Ayasofya' şiirinin sahibiyim sizin sitenizde yayınlanmıştı.
Lakin beni üzen cümle bu oldu. O Belde sadece bana ait bir site değil. Ben de sizin gibi burada O Belde'nin bir mensubuyum sadece. O Belde kimin derseniz: Hepimizindir.
cansu
#10 ·
Eğer izlemediyseniz Bager Akbay' ın flu tv de (youtube) yaptığı sanat sohbetlerine bakmanızı tavsiye ederim.
Kullanıcı avatarı
#11 ·
Mesajlar: 5
Kayıt: 26 Tem 2020, 22.22
Ad Soyad: Nida Canavar
Cinsiyet: Bayan
Konum: İSTANBUL
Profil: Doğrulanmadı
X (namıdiğer Twitter): obeldeweb
Beğendi : 1
Bu site 'Hepimizindir.' diyorsanız cümlemde bir kusur yok çünkü dolaylı yoldan sizin de siteniz oluyor. Üzülecek bir konu göremiyorum.

Sadece devlet konusuna değinmek istiyorum. Devlet ne isterse hemen olmaz, yukarda da bahsettiğim gibi bizde konunlar oylarla belirlenir. Eğer diktatör bir devletse bu dediğiniz doğru.

Başörtü konusunda şunu belirtiyim; ben de tesettürlü bir bayanım ve yasak dediğinde biz açılmadık. Tüm varlığımızla direndik. Evet üniversitelerden atıldık ama açılmadık devlet ne kadar yasak koysa da, bu devlette yaşayanlar bu karara karşı çıktığı zaman yasağı değiştirmek zorunda kaldılar çünkü devletin var olması halka bağlıdır. Halk yaşadığı topraklarda istediği bir yönetim yoksa o devleti yok eder. Geçmişten günümüze kadar nice devletler yıkılmıştır. Hepsinin altında rejim değişikleri yatar.

Emin olun sizin gibi 'Devlet isterse her şey mümkün.' olsaydı Osmanlı İmparatorluğu yıkılmazdı ya da Naziler şu an hâlâ Almanya'da diktatör kalırdı. Ah belki de İtalyan lider Benito Mussolini bizim AKDENİZ'İ ele geçirmişti.

Sigara konunuz cidden beni güldürdü. Cidden devlet şu an şöyle dese: Sigara artık satılmayacak. Herhalde İstiklal Caddesi şu an yanıyor oluyordu ya da iktidarı indirirler. Tabii yeniden ülkemiz ekonomik krizlere girer. Farkında mısınız? Bilmiyorum ama her saldırgan protestolar ülkenin ekonomisini düşürür ve ülke kilitlenir bu sefer de insanlar maaşlarını alamadığı için ayağa kalkar ve ülke dış borç alır daha sonra bunları ödeyemez ve ülke başka devletlerin kontrolüne girer. Tebrikler! Sigarayı kaldırmak istediniz ve ülke battı.
#12 ·
Mesajlar: 96
Kayıt: 04 Ara 2020, 22.53
Ad Soyad: Vesair Vesaire
Cinsiyet: Bay
Konum: Vesaire
Profil: Doğrulanmadı
Beğendi : 98
Beğenildi : 74
Başlığın muhtevası beklenenden çok farklı yerlere seyretmiş.

@ndcnvr Tepkilerinizde samimi olabilirsiniz lakin bu bazı hususlara hakim olduğunuz manasına gelmiyor. Ki yukarıda bahsedilen kuvvetler ayrılığı umdesini karıştırmanız, misal başörtü üzerinden "atıldık ama açılmadık" derken üniversite hakkınızın elinizden alındığını görmemeniz, "devletin gücü yeter" sözünün bunun diğer devletlere karşı savaşta olan bir kuvvetten değil, devlet içindeki sistemden bahseder olduğunu ne yazık ki farkında olmamanız gibi. Site ile nasıl bir geçmişiniz olduğunu bilemem lakin bu tavrınız sizi daha fazla hataya sürüklüyor yazdıklarınızda.

--

Bence tekrar ana başlık üzerinden tartışmaya dönülmeli zira bu başlığın gayesinin şahsi ve siyasi propaganda olduğunu düşünmüyorum.
Kullanıcı avatarı
#13 ·
Mesajlar: 1734
Kayıt: 11 Haz 2020, 16.22
Ad Soyad: Halil ESEN
Cinsiyet: Bay
Konum: Bursa
Profil: Doğrulandı
X (namıdiğer Twitter): halilsncom
Beğendi : 816
Beğenildi : 776
@Vesaire Bey ihtarında haklı. Konuyu saptırmamalıyız. Esasında bu benim suçum. @Münzevî Bey'in açtığı bu başlığa yazdığım ilk cevapta devlet bahsi geçiyordu, lakin bunun konuyu farklı yerlere götürebileceğini düşünerek o kısmı sildim. @Münzevî Bey de ben silmeden cevabımı okuduğu için ona da cevap verdi ve uzadı. Özür dilerim.

@ndcnvr Hanım, sizinle bizim, devletten anladıklarımız farklı, zannederim. Yıkılan her devletin rejimi değişmediği gibi rejimi değişen bir devlet yıkılmış sayılmaz. Osmanlı'dan (bana göre devri Osmani'dir.) bahsettiniz. Bir devlet ki coğrafyası, ülkesi, halkı, dili, dini, resmi kurumları, bayrağı, teşkilatı aynı olsun, sadece rejimi, hatta ismi değişsin; bu yeni bir devlet midir? Hayır. Cumhuriyetin kurulması böyle lanse edildiği için öyle biliniyor sadece (ki sonradan devamı olmanın faydaları daha çok olduğu için bu kabul edilmiştir.) Daha 100 sene olmayan hadiselerde tüm dünyanın, hatta memleketimizin dört bir yanındaki protestolara, büyük halk tepkilerine rağmen kaldırılan şeyler var. Modern devlet, Osmanlı dahi olsa, eski devrin devletlerinden daha güçlüdür. Diğer yandan @Vesaire Bey'in dediği gibi bunu devletler arası olarak değil, bir devletin kendi içindeki iradesiyle anlamak lazımdır. Diğer yandan ABD'yi yıllarca vergiye bağlayan Osmanlı mı daha güçlüdür, yoksa Japonya'ya atom bombası atan ABD mi? Bakınız zaman mefhumu nasıl da her şeyi değiştirebiliyor, bu misalleri koca bir tarihte bolca bulabiliriz.
Eğer bunlara cevap vermeniz gerekiyorsa, verin tabii, lakin konuyu saptırmayalım.

Teşekkürler.
Forumda başlıklara cevap yazabilmek için kayıtlı ve giriş yapmış olmalısınız.
Cevapla
Paylaş:

  • Benzer Konular