Türk müyüz, Osmanlı mı?

 15 mesaj
 2697
Cevapla
Kullanıcı avatarı
#1 ·
Mesajlar: 6
Kayıt: 13 Haz 2021, 23.05
Ad Soyad: Peyami Safa
Cinsiyet: Bay
Konum: İstanbul
Profil: Doğrulandı
Beğenildi : 5
Bazı makalelerimde “Osmanlı İmparatorluğu, Os­manlı Devleti, Osmanlı Meşrutiyeti, Osmanlı münevveri, Osmanlı şâiri, Osmanlıca…” deyimlerini kullanırım. “Os­manlı”yı “Türk”ten ayırıyormuşum zannını veren bu vasıf­landırmalar beni yazılı ve sözlü sorular karşısında bırakı­yor; “İstizah” sınırını aşıp itiraz hâlini alan bu sorular şöy­le özetlenebilir:

– Bugünkü Türk devleti Osmanlı devletinin devamı değil midir? Rejim değişmekle bir devletin bünyesi ve mahiyeti değişir mi? Osmanlı devleti yabancı bir devlet midir? Osmanlılar Türk değil midirler? İlh…

Hiç şüphesiz bugünkü Türk Devleti, Osmanlı Devle­ti’nin devamıdır. Coğrafyası, tarihi, dili, kanunları, mülkî teşkilâtı aynıdır. Cumhuriyet rejimini kuranlar Osmanlı ricâlidir. Edebiyat tarihimiz, kütüphanelerimiz Osmanlı kütüphâneleridir. San’at âbidelerimiz: Câmiler, şadırvan­lar, çeşmeler, medreseler ilh… Osmanlı mimarîsidir. Os­manlı milleti Türk milletiydi. Atalarımızdı. Her Türk’ün müşterek soyadı “Osmanlı”dır. Bunu inkâr etmek için coğrafyayı, tarihi, dini, dili, hukuku, ecdadımızı inkâr et­mek, soysuzluğu kabullenmek lâzımdır. Bir devletin reji­mi, hattâ adı değişebilir; siyasî coğrafyası, tarihi, dini, dili ve teşkilâtı aynı kaldıkça bünyesi ve mahiyeti (yâni ken­disi) devam ediyor demektir.

Osmanlı Devleti veya Osmanlı münevveri gibi tabir­ler, Cumhuriyetten evvelki devirleri kısaca ve kolayca ha­tırlatmak için bir tasarruftur, elverişliliktir, yoksa ayrı bir varlığın ve mahiyetin ifadesi değildir. Türk olduğumuz ne kadar muhakkaksa, Osmanlı olduğumuz da o kadar aşikârdır.

Milliyet, 7 Şubat 1959
Beldemize daha yakın olmak ve daha gelişmiş bir tecrübe için uygulamamızı kurun; herhangi bir uygulamadan çok daha hafif ve güvenli. Şimdi değilYükle
#2 ·
Mesajlar: 54
Kayıt: 10 Nis 2021, 01.20
Ad Soyad: Atahan Şule
Cinsiyet: Bay
Konum: Ankara
Profil: Doğrulanmadı
X (namıdiğer Twitter): obeldeweb
Beğendi : 28
Beğenildi : 26
Nasıl türkiye Osmanlı'nın devamı diyorsak Osmanlı'ya da Hun'un Göktürk'ün Selçuklu'nun devamı deriz ki bunlar da türk devletidir hepsi bizim atamız ayrım yapmaya gerek duymuyorum bunları hiçe sayarak sadece Osmanlı kavramını kullanmak art niyetli bir düşünce olur.
Kullanıcı avatarı
#3 ·
Mesajlar: 1734
Kayıt: 11 Haz 2020, 16.22
Ad Soyad: Halil ESEN
Cinsiyet: Bay
Konum: Bursa
Profil: Doğrulandı
X (namıdiğer Twitter): halilsncom
Beğendi : 816
Beğenildi : 776
Birçok yönden katılıyorum. Aslında ben devamı kelimesini bile kullanmam. Üstadın da işaret ettiği üzere bayrağı dahi aynı olan ve sadece rejimi değişen bir devlet yıkılmış ve yeniden kurulmuş olmuyor. Lakin bu devletin kuruluş yıllarına, 1299 senesine baktığımızda daha bir devlet kurmak işaretleri vardır. Elbette Selçukludan onu ayıran şey, belki sadece kendi çıkışı ve hakimiyetini kurarak büyümesi ve diğerlerine karşı da siyasi birliği veya fethi gerçekleştirmiş olmasıdır. Dahası Cumhuriyete kadar geçen süre de ve Cumhuriyetin ilanı diye devletin sadece rejiminin, belki isminin değişmiş olması (?) (Sonradan kaldırılan şeyler de esasında aynı devlet olduğunu göstermektedir) ile Selçuklu ve Osmanlı ayrımı gibi olmadığı muhakkak. Yine de bizim için asıl olan buraya, bu zamana nasıl geldiğimizdir. Esasında hepimiz bir ve tek olan devlet sahibiyiz.
#4 ·
Mesajlar: 96
Kayıt: 04 Ara 2020, 22.53
Ad Soyad: Vesair Vesaire
Cinsiyet: Bay
Konum: Vesaire
Profil: Doğrulanmadı
Beğendi : 98
Beğenildi : 74
Evvela sözlerim meclisten dışarı.

Bu şümullü sözleri beyan edebilecek münevverler azaldığı gibi, enteresan bir şey de gelişti. -Ki bu 80 darbesinin ürünü- apolitik zihinler bu minvalde sözler ederken gerisini, sebeplerini bilmiyorlar. Peyami Safa'ya kendi ifadesi ile itiraz edenler 1959 senesinde yine münevverlerdir. Tarih mühimdir, çünkü 1950'den evvel bu tür sözleri dile getirmek hiç kolay değildir. Günümüzde "hepsi bizim" telakkisinin geçmişte nasıl ve kimler tarafından yok edilmeye çalışıldığını mezkûr apolitikleştirme siyasetinin ürünü kalmaya devam edenlerin anlamasını da beklemeyelim. Kaldı ki Osmanlı dediğimiz devletin nasıl yıkıldığını bile bilmiyoruz. Almanya kaybetti ondan mağlup olduk diyeni mi ararsınız, savaşı kaybettik ondan yıkıldık diyeni mi ararsınız. Yanlış bilgiler enflasyonu var etrafta. Kimsenin de temizlemeye mecali olamıyor birtakım sebeplerden.

Dilerim hür şekilde ve makul zeminde her fikir kendine yer bulur.
Kullanıcı avatarı
#5 ·
Mesajlar: 282
Kayıt: 29 Kas 2020, 20.58
Ad Soyad: Muharrem DELİBAŞ
Cinsiyet: Bay
Konum: ANKARA
Profil: Doğrulandı
Beğendi : 326
Beğenildi : 285
Tarihi köklerimizi istesek de söküp atamayız, Peyami Safa'nın; coğrafya, dil, din, kültür, toplum ve devlet yapısı devamlılığın ispatıdır, özetli sözlerine katılmamak mümkün değildir. Önemli ve gerekli olan tarihten dersler çıkarıp, "Aynı suda iki kez yıkanmaz." sözünden de hareketle, her olayı ve olguyu gerçekleştiği tarihi ortamlara bağlı olarak yargılayıp, uzun vadeli politikalarla günümüzün hakiki, siyasi, ilmi, coğrafi, içtimai, insani durumunu iyi değerlendirip, Mehmet Akif'in de dediği gibi tarihi -kötü yönde- tekerrür ettirmemektir.
#6 ·
Mesajlar: 96
Kayıt: 04 Ara 2020, 22.53
Ad Soyad: Vesair Vesaire
Cinsiyet: Bay
Konum: Vesaire
Profil: Doğrulanmadı
Beğendi : 98
Beğenildi : 74
Türkiye Cumhuriyeti'nin şahit olduğu askeri darbelerin tamamını yaşayıp hala hayatta olan insanlar mevcut. Günümüzde yaşayan bu insanların hayatlarına sığacak kadar güncel olan meseleler ne yazık ki "tarihi bağlam" söylemi içerisine sokulamaz. Darbeler sadece bir misal.
Sokulsa dahi, Melikşah devrinden bahsettiğimiz zaman ne Nişabur'u ne Nizamiye'yi es geçebiliriz. Bunların bizim fikir dünyamıza tesir etmediğini söylemek Peyami Safa'nın mezkûr fikirlerine de ters düşecektir.
Kullanıcı avatarı
#7 ·
Mesajlar: 1734
Kayıt: 11 Haz 2020, 16.22
Ad Soyad: Halil ESEN
Cinsiyet: Bay
Konum: Bursa
Profil: Doğrulandı
X (namıdiğer Twitter): halilsncom
Beğendi : 816
Beğenildi : 776
Tarih birçok şeyin yanında tecrübedir, bu tecrübeyi gelecek adına iyi kullanmayız, demek istiyor zannedersem @küntagsu Bey. Belki çok azı hariç hiçbir millette olmayan büyük bir tarihe sahibiz. Keza dediğiniz gibi her münevverin bu zamana sirayeti vardır, bugün bulunduğumuz yer, dün yapılanlar sebebiyledir, aynı yarını da bugünün belirlediği gibi. Basit bir misal İstanbul'un fethi sadece o anlık olan bir şey değildir ki evveliyatı belki daha çok geniştir.
#8 ·
Mesajlar: 96
Kayıt: 04 Ara 2020, 22.53
Ad Soyad: Vesair Vesaire
Cinsiyet: Bay
Konum: Vesaire
Profil: Doğrulanmadı
Beğendi : 98
Beğenildi : 74
"Tarihi Bağlam" söylemi fikri olarak bizi çok tehlikeli yerlere götürebilir. Geçmişten ders çıkarmak demek o geçmişi "bağlam" içinde affetmek demek asla olamaz. Eğer bu şekilde yaparsanız dünyada geçmişte acılar yaşamış bir sürü insanın mirasının üzerini "artık bunlar geçti, ders çıkarıp önümüze bakalım" diyerek çizmiş olursunuz.
Müşahhas misal vermeliyim ki demek istediğimi daha net anlatmış olayım. Bugün İsrail isimli işgalci devletin tatbik ettiği politikalara "tarihi bağlam"ı dikkate alarak itiraz edemezsiniz. Zira 1900'lerin başında hız kazanıp 1948'de bildiğimiz halini alan bu işgal "artık bunlar geçti, bizim önümüze bakmamız gerekir" diyerek halledilemez. İşgal işgaldir ve üzerinden zaman geçmesi bir hukuksuzluğu örtemez. "Zaten o acıları yaşayanların büyük kısmı yaş itibariyle de aramızda değiller" söylemi oradaki gaddarlığı tarihi bağlam içerisine sokamaz.
Türkiye'de saydığım sebeplerden birçok insanın hayatı elinden alınıyorken "tarihi bağlam" oluyor fakat Faşist İtalya'nın, Nazi Almanya'nın, Komünist Sovyetler Birliği'nin üç liderini zulümlerinden ötürü topa tutuyoruz öyle mi ?
Bu ancak Türkiye'de geçer akçe olan bir düşüncedir.
Kullanıcı avatarı
#9 ·
Mesajlar: 1734
Kayıt: 11 Haz 2020, 16.22
Ad Soyad: Halil ESEN
Cinsiyet: Bay
Konum: Bursa
Profil: Doğrulandı
X (namıdiğer Twitter): halilsncom
Beğendi : 816
Beğenildi : 776
Elbette, işin o raddesinde haklısınız. "Olan oldu" deyip boş vermek doğru değildir.
Kullanıcı avatarı
#10 ·
Mesajlar: 282
Kayıt: 29 Kas 2020, 20.58
Ad Soyad: Muharrem DELİBAŞ
Cinsiyet: Bay
Konum: ANKARA
Profil: Doğrulandı
Beğendi : 326
Beğenildi : 285
Sayın Vesaire Bey,
Düşüncelerimi aktarırken açık ve anlaşılır olmasına, Türkçeyi doğru kullanmaya ve cümlelerimin doğru olmasına, sözcüklerin seçilmiş ve yerinde kullanılmasına özen gösteriyorum. Hiçbir siyasetin de s'sine bile vurgu ya da gönderme de yapmam, yapılmasını da doğru bulmam. Bu başlıkla ilgili yazdıklarımın da -uzun cümle mi anlaşılamadı bilemedim- aynı özellikte olduğunu düşünüyorum. Darbe örnekleri ya da İsrail'in kurulması, Filistin'i işgali, iltihakı ve her türlü zulmünü, yazdıklarımla -adeta- tarihin seyri içinde doğal ve legal gibi karşıladığımın düşünülmediğine inanmak isterim ki aksi abesle iştigaldir.
Öte yandan "tarihi ortam" sözüm, sanırım "tarihi bağlam" olarak görülmüş; ikisi farklıdır ancak izahı gereksiz görüyorum.
Türk tarihinde yer alan 16 (sayıda yanılabilirim) devlet tarihi süreçte değişik nedenlerle ömrünü tamamlamış ve bir sonrakine yerini bırakmıştır. Osmanlı Devleti malumunuzdur ki Kanuni sonrasında birçok yönden içini kurt kemiren bir ağaç gibi sarsılmaya başlamıştır. Son üç yüz yılında da yavaş yavaş çökmüş, maalesef yıkılmıştır. İyi, sağlam ve güçlü olsaydı yıkılmazdı.
Tarihten ders çıkarmakla ilgili iki hususa değineyim. 1. Osmanlı Devleti'nin 1830'lu yıllardan itibaren almaya başladığı borçları sıfır lira ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti 1925'lerden 1954 yılına kadar neredeyse yıllık bütçesinin yüzde yirmi beşini ayırarak kuruşuna kadar ödemiştir. Ders şu: Borç da emir de alma. 2. Köy kalkınması ve ülke kalkınmasının kıvılcımı olan Köy Enstitüleri sudan bahanelerle ve karalamalarla kapatıldı. Ders şu: Bilimsel ve gerekli olanı popülizm uğruna harcama...
Şunu da belirteyim; ne Osmanlı Devleti'nin ne de Türkiye Cumhuriyeti'nin çeşitli görevlilerinin devletin verdiği ya da vermediği yetkilerle yaptığı her haksızlık, kötülük ve yanlışı en hafif deyimle onaylamıyorum. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bir Türk olarak da gururluyum.
#11 ·
Mesajlar: 96
Kayıt: 04 Ara 2020, 22.53
Ad Soyad: Vesair Vesaire
Cinsiyet: Bay
Konum: Vesaire
Profil: Doğrulanmadı
Beğendi : 98
Beğenildi : 74
Sayın küntagsu Bey,
Siyaseti ne yazık ki son raddesine kadar metninizin tamamına teşmil etmenize rağmen siyaset yapmadığınızı söylemenizi haklı olarak sorgulamaktayım. Meselenin Osmanlı Devleti'nin borçları ve hele Köy Enstitüleri ile zerre alakası olmamasına rağmen resmi ideolojinin ateşli ve bir o kadar da tarihi hakikatlere aykırı söylemlerini ilave ederek ne kadar siyasi bir metin ortaya koyduğunuzun farkında olduğunuzu düşünmüyorum.
İddialarınızı biraz irdeleyecek olursak şunu görüyoruz. Evvela şunu söyleyeyim ki tarihi ortamın yine tarihi bağlamdan ayrılamayacağını zaten metni okuyanların takdir edeceğini düşündüğümden ben de onun izahına girişmeyeceğim.
Türkiye Cumhuriyeti sıfır lira ile kurulmadı. 28 Ekim 1923'teki insanlar, müesseseler, bütçeler olduğu gibi 29 Ekim 1923'te de kaimdi. Cumhuriyet kurulmadan önceki mali görüşmeleri de meclis zabıtlarından inceleyip popülist söylemlerden bu ilkini bırakabileceğinizi düşünüyorum. Bu devlet aynı kurumlarla devam etti. Metruk bir arazi üzerine mağaradan çıkma misali sıfırdan memleket kurulmadı. Bu iddianızın abesliği şurada ki; Peyami Safa'nın böyle bir metni altında bu iddiaları serdediyorsunuz.
Osmanlı Devleti'nin Kanuni sonrası sarsılma geçirdiğini ise hangi mesnetler vasıtası ile söylediğinizi bilemiyorum. Bu devlet en geniş topraklarına Kanuni devrinde ulaşmadığı gibi dünyanın sayılı kuvvetleri arasında kendisine her daim yer buldu. Daha Sultan Abdülaziz zamanında dünyanın en iyi donanmalarından birini kurduğumuz gerçeği ortadayken "Kanuni sonrası devlet zayıfladı" iddiasının içi ne yazık ki boş bir iddia olduğu ortadadır. Devletin zayıflamasının sebebi bambaşkadır. Kaldı ki bu öyle bir zayıflık ki devletin yıkılması takribi 400 sene sürmüş diyorsunuz. El insaf. Nasıl bir zayıflık ki dünyanın zayıf devletleri diğerleri tarafından çizmeler altında ezilirken bizim devletimiz 400 senede yıkılamamış hem de düşmanı 1, 2, 3, 4 değil sayısızken. Mantık süzgecinden geçirmenizi tavsiye ederim bu iddiaları.
Köy Enstitüleri ise Cumhuriyetin kuruluşu ile değil 1940 senesinde açıldılar. Yani cumhuriyet kurulduktan 17 sene sonra. Bu yüzden neyi temel alıp almadıklarını aradaki tarih farkını görebilen kişilerin vicdanına bırakmaktayım. Bilimsellik iddialarına gelecek olursam, yaptıkları neşriyat zaten ortadayken (dergiden bahsetmekteyim) geçmişe dair ne varsa red ve Sosyalist zihniyetin merkeziyken yine 1940'larda rejimin Amerikan tarafına geçmesiyle (yine aynı hükümet döneminde kısaca) Köy Enstitüleri ideolojisi terkedilmeye başlandı. İnsanlara ülkü olarak bir şey öğretilmeyen bu enstitülerin bir ideoloji yuvası olduğu raporlarla ve meclis zabıtları ile sabitken günümüzde bunu tam tersi olarak sunmaya çalışan yine popülist nutukların geçerliliği bulunmamaktadır.

Son cümlenize ise şöyle cevap vereyim. Türkün havsalasının bir devletle tahdit edilemeyeceği ortadayken "gururlu" olmam için bu tür sloganist sözlere ihtiyacım yoktur. Atalarımın dünyada yaptıkları ortadadır. Bunun harici "gururlu" olmanız için Türk olmanıza da gerek yoktur. Bu ülke vatandaşı olan her etnisiteye mensup ferdler aynı şeyden pay alabilirler ki bu ülkenin kurulmasına giden vetirede hepsinin katkısı malumdur.
#12 ·
Mesajlar: 152
Kayıt: 16 Mar 2021, 22.32
Ad Soyad: Fatih Aziz Ünal
Cinsiyet: Bay
Konum: Nevşehir
Profil: Doğrulanmadı
Beğendi : 98
Beğenildi : 169
Böylesi tartışmaların geride kaldığını, hatta ortaçağın düşmanlık temelli uluslararası hukuk anlayışının neticesi olan kutuplaştırıcı anlayışın emareleri olduğu kanaatindeyim. Dolayısıyla bir yorum yapmak konusunda çekimser davranmıştım; ancak sırf bir fikrin temsili maksadıyla yazmaya karar verdim. Çoğu kez böyle "fikir alışverilerinde" kimse fikrinden vazgeçmez, haliyle bu kelimelerimi birilerini etkilemek maksadıyla da yazmıyorum. Hatta mevzu hakkındaki kanaatimin fazla liberal görülmesinden mütevellit zihinlerde "liboş" tasnifine maruz kalıp, kuvvetle muhtemel, her iki cenah tarafından da hor görülebileceğinin farkındayım. Cevabın havasını betimleyen bu girizgahtan sonra konuya geleyim.

Herkes kendini istediği gibi tanımlayabilir, veya istediği niteliğiyle gurur duyabilir. Zaten sorun hiçbir zaman isimlendirmelerle ilgili olmamıştır; o isimlere yüklenen mana, ihtilaflara ve çatışmalara sebep olandır. Gayet temel tarih bilgisi bize gösteriyor ki Osmanlı ve ondan önceki, bizim Türk devletleri olarak adlandırdığımız, devletlerin kurucu halk toplulukları mevcut kültür örüntülerimizle benzerlik gösteren kültürlere sahiplerdi. Dolayısıyla bu yönüyle bir bağ kurulabilir; ancak ırka dayalı toplum tasnifi bir yana kültüre dayalı tasnif bile sağlıklı değildir.

EK: kültür denen şey bir kimlik aracı değil, antropolojik açıdan, insanların hayatta kalmak için ürettiği pratik ve maksatlı kaideler örgüsüdür. Bu örgü ritüeller, kısıtlamalar, cezalar, ödüller ve benzeri birçok unsur barındırır. Ancak mevzu hayatta kalmak olduğunda benzer coğrafyalarda yaşayan insanların benzer kültürlere sahip olmaları kaçınılmazdır. Nitekim, uzun yıllardır birbirine komşu yaşayan topluluklar arasında zamanla "kültürleşme" gerçekleşir. Böylelikle topluluklar birbirine benzemeye başlar. Fakat yine de kavga edebilirler, hatta bu kavgaları birbirlerine benzedikleri için çok daha alevli olabilir. Elbette bazı kültürel kodlar genetiğimize de işlemiş olabilir, dolayısıyla sırf bir kültür topluluğunda doğmuş olmanız, ömrünüz boyunca bazı davranış örüntüleri göstermenize sebep olabilir. Ancak bu söylediğim abartılarak çoğu kez ırkçılığa sürüklenmiştir. O sebeple kaldığımız yerden devam edelim.

Şayet kültürle tasnife gidilecek olursa, Osmanlı ve önceki "Türk" devletlerini atamız sayarak onları çizgisel bir tarihle kendimize bağlarız. Birileri diyebilir ki "e tamam işte ben de bunu diyorum biz hep Türk'tük bir dönem Osmanlı olduk şimdi Türkiye Cumhuriyeti" Bir noktaya kadar doğru, ancak devletler arası geçiş süreçleri bir hayli önemlidir. Zaten benim bu çekişmenin geride kaldığını düşünmemin sebebini de şimdiki izahatım oluşturmakta. Genelde aynı coğrafyada kurulan devletler, az önce de değindiğim üzere birbirlerine bir hayli benzeyen topluluklar tarafından teşkilatlanırlar. Yalnız dikkat çekmek isterim, kurulan diyorum, bir başka devletin yayılmacı politkaları sebebiyle işgal edilen yerlerde kültürel farklılıklar görmek mümkün (bkz. Birleşik Krallık, Fransa Krallığı, Rus Çarlığı ve SSCB). Eski Türklerde kut anlayışı ortaktır fakat soylar arasında çekişme vardır. Farklı bir soy yahut grup tarafından kurulan yeni bir devlet önceki devletin kudretinden bahsederek kendi tebasını motive eder ancak yeni kurulan devletin kurucuları durmadan önceki devleti anıp methiyeler düzeceklerse neden yeni bir devlet kurulmuştur ki? Yani her yeni devlet üzerine kurulduğu önceki devleti kendi kimliğinden çıkarmak mecburiyetindedir, hele de yeni devlet isyan üzere kurulduysa. Tarafgir görülme ihtimaline karşı Sovetler'i ele alalım. Devrimden sonra çarlık adeta bir öcü gibi görülmüş ve Çarlık kimliği dışlanmıştır; fakat neticede Sovyetler de fiilen, bazı ideolojik ayrımlar hariç, Çarlık'tan farklı politikalar izlememiştir. Çünkü devlet için esas olan kimlikten ziyade dönem içinde hayatta kalmak için yapılması gerekenlerdir. Kimlik bir sunum malzemesidir. Dolayısıyla dönemliktir, neticede unutulur. Büyük Selçuklu, Gazneliler'e karşı isyan ederek kurulmuştur. Üzerine Anadolu Selçuklu devleti Büyük Selçuklu'dan koparak kendine yeni bir kimlik inşa etmiştir. Osmanlı beyliği de diğer beylikler arasından muhtelif sebeplerle sıyrılıp giderek gücünü artırmıştır. Bu devletler ve daha öncekiler, seleflerini reddetmemekle beraber kendi kimliklerini her fırsatta vurgulayarak, adeta "bundan sonra güç bende" demiştir. Aynı durum Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra da cereyan etmiştir. Kuruluş döneminde Osmanlı karşıtı bir tavır sergilendiği için bu tavra karşılık bir tepki geliştiği aşikardır. Fakat bu az önce açıkladığım sebeplerle normaldir, belki Muharrem Bey'in dönemsel yorumunu bu açıdan geçerli görebiliriz. Ancak bu tartışmalar artık miadını doldurdu. Cumhuriyet ilan edileli neredeyse bir asır geçti. Ne Osmanlıyı dışlamak bir maksada hizmet ediyor ne de Cumhuriyeti övmek. Şu an içinde yaşadığımız devlet, her devlet gibi seleflerinden bağımsız bir varlığa sahip. Devletlerin, tarihi kendi menfaatleri adına kullanmalarına aldanıp hizipleşmemek gerekir. Çünkü tarih, devletler için, üzerinden menfaat sağlanacak bilgi yığınından başka bir şey değildir; fakat elbette kimse böyle bahsetmeyecektir. Buradan fayda sağlayacak olan herkes size hamasetle yaklaşacaktır. Yalnızca dönemin gereklerini ifa etmek amacı güden "devlet" olgusu üzerine alevli tartışmalara girmek insanların birbirini boş yere kırmasından yahut germesinden başka bir şeye sebep olmuyor.

Özetle ölmüş insanlarla övünüp bugünü boş geçirmek ya da şimdiyi düne benzetmeye gayret etmek çarpık neticelere sebep olur, oluyor da. Elbette insanlık tarihi incelenip başarılı felsefi temeller benimsenebilir; ancak geçmişin kurumlarını bugüne getirmeye çabalamak garip ve beyhudedir. Yani kendinize ister Osmanlı deyin ister Türk, en nihayetinde her ikisi de seçemediniz aileniz gibidir; bazı özellikleriniz kan yoluyla geçmişse de öz itibariyle insansınızdır ve toplum ancak insanlığına yoğunlaştığında hakiki manada ilerleyebilir. Birtakım kimlik münakaşakarı ile ne hizipleşmek ne de vakit kaybetmek faydalıdır.

Not: Böyle uzun bir mevzuyu birkaç paragrafta ele almak pek de mümkün değil. Mutlaka atlayarak neticeye geçtiğim bazı detaylar olabilir; bu detaylara takılıp esası kaçırmamakta fayda var.
#13 ·
Mesajlar: 96
Kayıt: 04 Ara 2020, 22.53
Ad Soyad: Vesair Vesaire
Cinsiyet: Bay
Konum: Vesaire
Profil: Doğrulanmadı
Beğendi : 98
Beğenildi : 74
Bir devamlılık zaviyesinden bakıldığında Türk devletlerinin ister miras yoluyle ister birbirlerine isyan etmeleri olsun, hiçbiri kendilerini reddetme noktasına götürmemiştir. Göktürklere isyan eden Uygurlar -ki büyük nispette Çin tesirinde kalmalarına rağmen- Göktürk, özünde de Türk ve kut inancını sürdürdüğü iddiasındadırlar. Kendilerince haklı sebepler göstererek evvelki Kagan'lar hakkında müspet-menfi fikirlere sahip olsalar da "kimlik" noktasında kendilerini farklı görmezler.
Yine Selçuklu ve Osmanlı devletleri noktasında bir "Gaza" kültürü bu devletlerin aynı ülkü etrafında toplanmasını sağlamıştır. Bugün 4 büyük mezhepten saydığımız "Şafi" ve "Hanbeli"lerin Türkler himayesinde birleştirici siyaset etrafında kendilerine yer bulduklarını görmemiz meseleyi daha da netleştirecektir.
Aradan ne kadar zaman geçmesi değil, tesirinin nasıl olduğu mühimdir. Hükümetlerin kendilerine meşruiyet kaynağı araması bakımından sabık olanı kötülemeleri görülmemiş şey değildir. Fakat bunu yaparken durduğu nokta bizi alakadar eden noktadır. Eğer bir devlet vatandaşlarının mukaddes saydığı şeyleri çiğneyip tarihini kötülemeye çalışıyorsa, ona karşı kelam etmek bir taraf tutmak değil hakkaniyetli olmaktır. Bu bakımdan herkesin de tarafı bu olmalıdır. Uygurlar Göktürkleri, Selçuklular Gaznelileri, Osmanlılar Selçukluları umumi olarak din dışı ilan edip yollarına devam etmediler, aksine öncekinin yapamadığı kutsi vazifeleri kendilerinin daha iyi yapabileceği iddiasını benimsediler. Bu bakımdan Cumhuriyet ideolojisinin meşruiyet arayışında izlediği siyaset bunlarla taban tabana zıttır.
Evvelki mesajlarımda "olan oldu artık" fikrinin ne kadar yanlış yerlere gidebileceğini zaten izah ettiğimden onu da tekrara lüzum duymuyorum.
Kullanıcı avatarı
#14 ·
Mesajlar: 282
Kayıt: 29 Kas 2020, 20.58
Ad Soyad: Muharrem DELİBAŞ
Cinsiyet: Bay
Konum: ANKARA
Profil: Doğrulandı
Beğendi : 326
Beğenildi : 285
Tartışmalar anlama, (anlamaya çalışma) öğrenme, farklı bakış açıları kazanma, empati kurma ...vb. amaçlarla yapıldığı zaman işe yarar, verimli olur. Ben eksik, ya da yanlış bilgi sahibi isem, açıklamasını okuduğum ya da dinlediğim kişilerden istifade ederim. Tekamül böyle olur. Bu durum üzüm yemek isteyen herkes için geçerlidir. Bu bağlamda ikinci kez yanıldım. Çünkü "Ben diyorum bayram haftası o anlıyor mangal tahtası." misali yazdıklarımın değil de yazmadıklarımın(?) eleştirilmesi karşısında üzüldüm. Ancak bir-iki hususta -anlaşılma gayreti içinde olunmayacağını düşünsem de- nazik ithamlar karşısında kendimi açıklama yapmaya mecbur hissettim. Düşüncelerimde ne saldırı ne de savunma amacı vardır.


1. Resmi ideoloji nedir, kimler oluşturur, zamanla değişir mi, amacı nedir, kime göredir, nasıl bir siyaset içerir, bunun savunuculuğunu kimler neden yapar, neye göre doğru neye göre yanlıştır, bu ideoloji ile siyasi partiler ve vatandaşlar, akademisyenler arasındaki ilişki ve bağ nedir? Bu ve benzeri sorular ve cevapları ilgi alanımın dışında.

2. Kendi yorumumda bahsettiğim Türklük vurgusu üstünlük ve ayrıştırma amaçlı değil; Peyami Safa'nın yazısının başlığından hareketle benimseme ve memnuniyet belirtme amaçlıdır. Benim için bu ülkenin her vatandaşı -düşüncelerine katılmasam da- A''dan 'Z'ye kadar eşit ve aynı haklara sahiptir, anayasada belirtildiği gibi. Bu sözle beni eleştirmek insafa sığmaz.

3- Peyami Safa'nın metni altında ispatı - anlayanlara- mümkün bilgi ve düşünceleri dile getirmemin abes karşılanması abesten de ötede bir şeydir. Forumun bir amacı da beyin fırtınası oluşturmaktır.

4. Yarım yamalak bildiğim için soruyorum: Osmanlı Devleti 3 kıtada hüküm sürerken neden yıkıldı?
............
Sonuçta tartışmada (forumda) üstünlük sağlamak değil, ülkemizin insanlarıyla dostluk kurabilmek ve ortak noktalarda birleşebilmek esastır. Saygılarımla.
#15 ·
Mesajlar: 96
Kayıt: 04 Ara 2020, 22.53
Ad Soyad: Vesair Vesaire
Cinsiyet: Bay
Konum: Vesaire
Profil: Doğrulanmadı
Beğendi : 98
Beğenildi : 74
Meseleyi karşı tarafın "anlamaması" üzerinden kurmanıza cevap dahi vermeye lüzum görmeden sadece bir iddiadan kalan iddialarınıza geçiyorum.

Resmi ideoloji ile ilgili soru ve cevaplar şayet ilgi alanınız dışında ise benden bunun cevabını beklemediğinizi düşünüyorum. Sizin ise resmi ideoloji ile alakalı okumalar yapıp, bu ideolojiye ne kadar paralel kelam ettiğinizi görmenizi temenni etmek dışında yapabileceğim bir şey yok.

Mevzu sizin Türklüğünüz veya Türk olmamanız değilken "gururlu" olduğunuzu söylemenizin mantıki bir tarafını göremiyorum. Bu sizi bağlayan bir şey, benimle konuşurken bana "vurgulamanız" lazım gelen bir şey değil.

İspatı gayet mümkün öyle mi ? Lütfen bana sıfır lirayı ispat edin. Bekliyorum. Bu memleket sıfır lira ile kurulduysa 1918-1919-1920-1921-1922-1923-1924 bütçelerini neye göre meclisin kabul ettiğini, bir devletin sıfır lirası var demek onun devlet demek olmadığını, zaten böyle bir teşekkülün vücut bulamayacağını -ithamınıza istinaden- "anlayamamanız" çok garip. Muhtemelen kapitülasyonların kaldırılmasını güzel bir şey olarak telakki ediyorsunuzdur. Biraz düşünmeye davet ediyorum ki, sıfır lirada neyin kapitülasyonunu istiyordu hala ecnebi devletler acaba ? Burada sıfır lira varsa hangi ticari faaliyeti yürütebileceklerdi ? Bu son sorduğum sualler ne kadar mantık dışı bir iddianızın olduğunu belirtmek içindi. Yoksa "sıfır lira" iddianızı ispat etmenizi bekliyorum.

1900'lerin başında bir hakim güç olan İngiltere 1945'ten sonra ve günümüzde ilk 5-10 "güçlü" devletten biri olmuştur. Yani İngiltere zayıflamıştır. Zayıflıktan kastım budur. Devletler her zaman birbirleriyle savaşır kaybeder. Zamanın hakim gücü İngiltere'yi Kutül Amare'de, Çanakkale kara muharebelerinde mağlup ettiğimiz gibi. Ateşkesi imzaladığımızda bir ordumuz Bakü'de bir ordumuz Tebriz'deydi. 1. Dünya Savaşı'nda kaybeden devletler mağlup olur olmaz yıkıldılar. Almanya daha bırakın barışı, ateşkesi ilan etmeden cumhuriyet ilan etti. Rejimlerin hepsi yıkıldı. Ne garip ki bizim devletimiz harp sonrası 4 sene geçmesine rağmen hala ayakta, barış görüşmeleri sırasında bile taraflardan biridir. Biz kanun ile kendi devletimize yine kendimiz son verdik. Savaş kaybedildiği için yıkılmadık. Osmanlı Devleti'nin yıkılış tarihini de yine kanun ile tayin ettik.

Saygılarım ile.
Forumda başlıklara cevap yazabilmek için kayıtlı ve giriş yapmış olmalısınız.
Cevapla
Paylaş:

  • Benzer Konular